nsan Vücudundaki Sistemler, fizyolojik olarak aynı işlevi gören yapısal organ birlikleridir.
Mükemmel bir organizma olan insan vücudunda, vücudun yaşamsal faaliyetlerini sağlıklı ve yeterli seviyede devam ettirebilmesi için bütün organların sağlıklı olarak çalışması gerekir. Organların sağlıklı ve birbirleriyle uyumlu hareket etmeleri sistemlerin sağlıklı olmasını, vücudumuzdaki sistemlerin sağlıklı çalışması da bütün vücudumuzun sağlıklı olmasını sağlar.
Vücudumuzdaki sistemler nelerdir? Vücudumuzu meydana getiren başlıca sistemler; sindirim sistemi, Dolaşım Sistemi, Boşaltım Sistemi, Sinir Sistemi, Solunum Sistemi, Lenf Sistemi, Üreme Sistemi, Hareket ve Destek Sistemidir.
Vücudumuzdaki Sistemlerin Görevleri ve Özellikleri:
Sindirim Sistemi: Vücuda alınan besin maddelerinin ve içeriklerinin kana ve hücrelere geçebilecek kadar küçük parçalara ayrılması işlemine sindirim, bu olayı gerçekleştiren sisteme de sindirim sistemi denir.
Dolaşım Sistemi: Sindirilmiş besin maddelerinin ve oksijenin hücrelere ulaştırılmasını ve hücrelerde oluşan atık maddelerin ve karbondioksitin hücrelerden uzaklaştırılmasını sağlayan sisteme dolaşım sistemi denir.
Boşaltım Sistemi: Sindirim yoluyla kana ve hücrelere ulaşan besin maddeleri enerji verici, onarıcı ve düzenleyici olarak kullanıldıktan sonra ortaya çıkan fazla su, ürik asit, madensel tuzlar ve karbondioksit gibi atık maddelerin vücuttan uzaklaştırılmasından sorumludur.
Sinir Sistemi: Canlıların içsel ve dışsal çevresini algılamasına yol açan, bilgi elde eden ve elde edilen bilgiyi işleyen, vücut içerisindeki hücreler ağı sayesinde sinyallerin farklı bölgelere iletimini sağlayan, organların, kasların aktivitelerini düzenleyen sistemdir.
Solunum Sistemi: Vücut için hayati öneme sahip olan oksijen gazı ile karbondioksit gazının yer değiştirmesini sağlar. Havadaki oksijenin kana karışarak hücrelere ulaşmasından ve hücrenin faaliyetleri sonucu ortaya çıkan karbondioksit gazının da dışarıya atılmasından sorumludur.
Lenf Sistemi: Lenf damarları ve lenf düğümlerinden meydana gelen lenf sistemi, vücudun yağ, protein ve su dengesinin sağlanması, savunma sisteminin desteklenmesi gibi görevlerde yer alır.
Üreme Sistemi: Üreme, bir canlının neslini devam ettirmesi olayıdır. Neslin devamından sorumlu olan sisteme üreme sistemi denir. Kadın ve erkekte üreme sistemleri birbirinden farklıdır.
İskelet Sistemi: İskelet sistemi, canlı organizmaya fiziksel olarak destek sunan, iç organların korunmasını sağlayan ve çoğunlukla minerallerdan oluşan, eklem ve bağlarla birbirine tutturulmuş, etrafı kaslarla sarılı destek yapıdır.
17 Mart 2013 Pazar
nsan Vücudundaki Sistemler, fizyolojik olarak aynı işlevi gören yapısal organ birlikleridir.
Mükemmel bir organizma olan insan vücudunda, vücudun yaşamsal faaliyetlerini sağlıklı ve yeterli seviyede devam ettirebilmesi için bütün organların sağlıklı olarak çalışması gerekir. Organların sağlıklı ve birbirleriyle uyumlu hareket etmeleri sistemlerin sağlıklı olmasını, vücudumuzdaki sistemlerin sağlıklı çalışması da bütün vücudumuzun sağlıklı olmasını sağlar.
Vücudumuzdaki sistemler nelerdir? Vücudumuzu meydana getiren başlıca sistemler; sindirim sistemi, Dolaşım Sistemi, Boşaltım Sistemi, Sinir Sistemi, Solunum Sistemi, Lenf Sistemi, Üreme Sistemi, Hareket ve Destek Sistemidir.
Vücudumuzdaki Sistemlerin Görevleri ve Özellikleri:
Sindirim Sistemi: Vücuda alınan besin maddelerinin ve içeriklerinin kana ve hücrelere geçebilecek kadar küçük parçalara ayrılması işlemine sindirim, bu olayı gerçekleştiren sisteme de sindirim sistemi denir.
Dolaşım Sistemi: Sindirilmiş besin maddelerinin ve oksijenin hücrelere ulaştırılmasını ve hücrelerde oluşan atık maddelerin ve karbondioksitin hücrelerden uzaklaştırılmasını sağlayan sisteme dolaşım sistemi denir.
Boşaltım Sistemi: Sindirim yoluyla kana ve hücrelere ulaşan besin maddeleri enerji verici, onarıcı ve düzenleyici olarak kullanıldıktan sonra ortaya çıkan fazla su, ürik asit, madensel tuzlar ve karbondioksit gibi atık maddelerin vücuttan uzaklaştırılmasından sorumludur.
Sinir Sistemi: Canlıların içsel ve dışsal çevresini algılamasına yol açan, bilgi elde eden ve elde edilen bilgiyi işleyen, vücut içerisindeki hücreler ağı sayesinde sinyallerin farklı bölgelere iletimini sağlayan, organların, kasların aktivitelerini düzenleyen sistemdir.
Solunum Sistemi: Vücut için hayati öneme sahip olan oksijen gazı ile karbondioksit gazının yer değiştirmesini sağlar. Havadaki oksijenin kana karışarak hücrelere ulaşmasından ve hücrenin faaliyetleri sonucu ortaya çıkan karbondioksit gazının da dışarıya atılmasından sorumludur.
Lenf Sistemi: Lenf damarları ve lenf düğümlerinden meydana gelen lenf sistemi, vücudun yağ, protein ve su dengesinin sağlanması, savunma sisteminin desteklenmesi gibi görevlerde yer alır.
Üreme Sistemi: Üreme, bir canlının neslini devam ettirmesi olayıdır. Neslin devamından sorumlu olan sisteme üreme sistemi denir. Kadın ve erkekte üreme sistemleri birbirinden farklıdır.
İskelet Sistemi: İskelet sistemi, canlı organizmaya fiziksel olarak destek sunan, iç organların korunmasını sağlayan ve çoğunlukla minerallerdan oluşan, eklem ve bağlarla birbirine tutturulmuş, etrafı kaslarla sarılı destek yapıdır.
İskelet Sistemi ve Kemiklerin Yapısı
Organizmaların vücuduna desteklik yaparak kendilerine özgü şekillerinin oluşmasını sağlayan yapılara destekleyici yapılar denir.
A. İSKELET ÇEŞİTLERİ
Hayvanların çoğunda, vücuda destek olan, koruyan ve kaslara bağlanarak hareketi sağlayan iskelet sistemi bulunur. Hayvanlarda görülen iskelet dış ve iç iskelet olmak üzere iki tiptir.
1. Dış İskelet
Dış iskelet özel hücreler tarafından dışarıya salgılanan organik ve inorganik maddelerden meydana gelir. Dış iskelete sahip canlılarda iskelet görevi yapan kısımlar vücut dışında bulunduğu için kaslar iskelete içeriden bağlanır. Eklem bacaklılarda ve bazı yumuşakçalarda görülür.
Dış iskelet büyümeyi sınırlandırır. Bu nedenle dış iskelete sahip hayvanlar, gelişme döneminde iskeletini ya tamamen atarlar veya daha büyüğünü oluştururlar. Bu olaya deri veya kabuk değiştirme denir.
2. İç İskelet
İç iskelet embriyonun mezoderm (orta deri) tabakasından farklılaşır. Genellikle kıkırdak ve kemikten meydana gelir. Kaslar iskelete dışarıdan bağlanır. Canlının büyümesini sınırlandırmaz. Aksine boyca uzamayı sağlar.
* Omurgasızlarda yaygın olarak iç iskelet görülmez. Sadece derisi dikenlilerde gelişmiş bir iç iskelet vardır.
* Omurgalılarda iç iskelet, kıkırdak ve kemik dokudan meydana gelmiştir.
B. İNSANDA İSKELET SİSTEMİ
İnsanda iskelet sistemi kemikler, kıkırdak yapılar ve eklemlerden meydana gelir.
İnsan İskeletindeki Kemik Sayısı – İnsan İskeletinde Kaç Kemik Vardır
Çok kişi vücudumuzdaki kemiklerin dinamik olmayan katı bir doku kütlesinden ibaret olduğunu sanmaktadır. Oysa vücudun en dinamik nerede ise hemen her gün değişik etkilere göre biçimlenen bir sistemini oluşturur. İskelet sistemi cansız bir doku değildir. Kan damarları sinirlerle desteklenen büyüyen gelişen kalınlaşıp incelenen bir yapıdır. Kendisini onarır yeniler gördüğü işlere göre biçimlenir. Olumsuz davranışlar kısa sürede kemiklerde hatalı gelişmelere yol açabilir.
İnsan Vücudundadik Kemik Sayısı; Vücudumuzda 206 adet kemik vardır. Bunlar büyüklük şekil ve görev bakımından önemli değişiklikler gösterir. Eğer kaynaşarak tek bir yapı oluşturan kemikler aynı olarak sayılırsa bu sayı artar. Vücudumuzdaki kemikler orta kulakta bulunan küçük kemikçiklerden bacaklarımızdaki uzun ve büyük kemiklere kadar değişen iriliktedir. Kemiklerin bazıları uzun yuvarlak bazıları yassıdır.
Yeni doğan bebeklerin vücudunda 300′den fazla kemik vardır.Ancak insan büyüdükçe kıkırdak dokuları birleşerek yetişkin insanlarda 206 tane kemik vardır.
İskelet sistemi baş gövde kalça kollar ve bacaklar; uygun kemik parçalarının bir araya gelmesiyle meydana gelir. Uzun kemikler kol kemikleri bacak kemikleri gibi kemiklerdir. El ayak bilek parmak ve omurga kemiklerine kısa kemikler denir. Yassı kemikler ise kafa kaburga ve kürek kemikleri gibi kemiklerdir.
Kemik dokusu tipleri
Kompakt kemik dokusu : kemiklerin oldukça sert olan en dış tabakasıdır.
Spongioz kemik dokusu : kısa ve uzun kemiklerin metyafiz ve epifizlerinin iç kısımları ve yassı kemiklerin iç yüzeylerinde bulunur.
İskeleti oluşturan kemikler 4 grupta incelenir. Bunlar baş kemikleri omurga kemikleri göğüs kemikleri alt ve üst taraf kemikleri
Baş kemikleri (ossa cranii)
Baş kemiklerinin en temel fonksiyonu hayati önemi olan beyni korumaktır.
Kafatası kemikleri baş ve yüz kemikleri olmak üzere 2 kısımda incelenir.
Baş kemikleri
Oksipital kemik (artkafa kemiği): Kafatasının alt ve arka kısmında bulunur.
Sphenoid kemiği (temel kemik): Kafatasının tabanında bulunan kemiktir.
Frontal kemik (alın kemiği): Kafatasının ön yüzünde ve göz yuvalarının (orbita) üst bölümünde yer almıştır.
Parietal kemik (yan kafa çeper kemiği): Kafa boşluğunun yan bölümlerini kaplayan geniş yüzeyli bir çift kemiktir.
Temporal kemik (şakak kemiği): Parietal sphenoid ve occipital kemikler arasında yer alan bir çift kemiktir. Bu kemiklerin iç tarafında işitme ve denge organları bulunur.
Etmoid kemik (kalbur kemiği) : Sfenoid kemiğin önünde ve frontal kemiğin arkasında arda bulunan kemiktir.
Yüz kemikleri
Maxilla ( üst çene kemiği) : Hareketsiz olan çene kemiğidir. Ağız boşluğunun üstünde göz çukurunun altında bulunur.
Os lacrimale (gözyaşı kemiği) : İnce bir kemik olup göz çukurunun iç duvarının ön parçasını oluşturur.
Os palatinum (damak kemiği) : Burun boşluklarının arkasında yer alır.
Os nasale (nazal kemik burun kemiği) : Ortada bir çizgi boyunca bağlanmıştır. Üst çene kemiğinin alın çıkıntıları arasında ve dört köşeli yassı bir kemik olup burun sırtının iskeletini yapar.
Os zygomaticum (elmacık kemiği) : Göz çukurlarının dış alt kısımlarında bulunur.
Mandibula (alt çene kemiği) : Yüz kemiklerinin en büyüğüdür. Çiğneme fonksiyonu ile sindirim sistemine yardımcı olur.
Os hyoideum (dil kemiği) : Dil kökünün aşağısında ve gırtlağın üst kısmında yer alır.
Vomer (sapan kemiği) : Burun boşluklarını birbirinden ayıran kemiğin arka ve alt parçasını yapan ince dikdörtgen şeklindeki kemiktir.
Omurga
Vücudun dorsalinde (arkada sırtta) omurlardan meydana gelmiş vücudun ağırlığını taşıyan ve destekleyen iskelet bölümüdür. Boşluğunda sinir sisteminin önemli bir parçası olan omurilik (medulla spinalis) koruma altına alınmıştır.omurgayı meydana getiren omurların sayısı 33 tanedir. Bu sayı erginde 26’dır.
Omurga beş bölümde incelenir.
Boyun bölgesi omurlar (servikal) : Boyun bölgesi 7 omurdan meydana gelmiştir.
Göğüs omurlar (torasik): Göğüs omurları 12 tanedir.
Bel (lumbar) omurları : Bel omurları 5 tanedir. Vücut ağırlığının taşınmasında önemli role sahiptir. Diğer omurlara göre daha büyük ve enine çıkıntılara sahiptirler.
Kuyruk sokumu omurları (sakral) : Çocukta 5 ayrı omur ergenlikte birleşerek tek omur haline gelir.
Kuyruk omurları (koksik): Sayısı 3-5 arasında değişen kuyruk omurları erginde tek kemik haline gelir.
Göğüs iskeleti (toraks)
Göğüs iskeleti kaburgalar (costae) ve göğüs kemiği (sternum) olmak üzere iki kısımda incelenir.
Omurga dışında göğüste 25 tane kemik bulunur. Bunlardan 12 çifti kaburga bir tanesi ise göğüs kemiğidir.
Sternum önde ve yassıdır. Kaburgalar sağ ve solda 12’şer tanedir. Kaburgaların hepsi arkada omurga ile bağlantılıdır. Önde ise kaburgaların ilk 7 çifti sternuma bağlanır. 8 9 ve 10. çift kaburgalar 7 çifte bağlanır. 11. ve 12. çiftlerin uçları boştadır.
Kaburgaların sternuma birleştiği yerde kıkırdak doku yer alır. Bu sayede göğüs kafesi elastikiyet kazanır.
Üst taraf kemikleri
Köprücük kemiği (clavicula)
Sternum ve kürek kemiği ile eklem yapar. 15-17 cm uzunluğunda 2-3 cm genişliğinde ve herhengi bir travmada kolay kırılabilir bir kemiktir.
Kürek kemiği (scapula)
Üçgen şekilli yassı iki kemiktir. Ön ve arka olmak üzere iki yüzü vardır. Ön yüzde omur kaslarının bağlandığı noktalar vardır.
Kol yada pazu kemiği (humerus)
Vücudun üst kısmına ait en uzun kemiktir. Üstte kürek kemiği altta ise önkol kemikleri ile eklem yapar.
Dirsek kemiği (ulna)
Üst ucu kalın alt ucu incedir.
Radius (önkol kemiği)
Önkolun dış yan tarafında bulunan kemiktir. Ulnaya paralel uzanır fakat daha kısadır.
El kemikleri
Toplam 27 kemikten oluşur. El bilek kemikleri el tarak kemikleri (5) ve el parmak kemikleri (14) olmak üzere 3 grupta incelenir.
Alt taraf kemikleri
Kalça kemiği (os coxae)
Kalça kemiği kanadı (os ilii) oturga kemiği (os ischii) ve çatı kemiğinin (os pubis) ergenlik çağında birleşmesi ile oluşur.
Leğen kemiği (pelvis)
Arkada sakrum ve koksik yanlarda ise kalça kemiklerinin aralarında eklemleşmesinden meydana gelir. geniş olan üst parçasına pelvis major (büyük pelvis) alt parçasına ise pelvis minör (küçük pelvis) denir.
Pelvis çapları önemlidir. Çünkü doğum sırasında uterus ve karın kaslarının kasılması sonucu aşağıya itilen çocuğun dışarıya çıkabilmesi için önce küçük pelvisten geçmesi gerekir.erkek pelvisi ile kadın pelvisi arasında farklılıklar vardır. Kadın pelvisi daha geniş yüksekliği daha az sakrum daha kısa ve geniştir.
Uyluk kemiği femur (os femoris) : İskeletin en uzun en kalın ve en sağlam kemiği olup kalça kemiği ve tibia ile eklem yapar.
Diz kapağı kemiği (Patella) : Tabanı yukarda olan bir üçgen gibidir. Ön yüzü deri altından hissedilir.
Kaval kemiği (tibia) : Vücudun en uzun ikinci kemiğidir. Tibianın üst ucu alt uca göre daha incedir. İnce fakat çok sağlam bir kemiktir.
1. Kemiklerin Yapısı
Kemiklerde bulunan, % 25 su, % 45 inorganik madensel tuzlar (kalsiyum fosfat, kalsiyum karbonat, magnezyum fosfat az miktarda sodyum ve demir) kemiğin sert yapısını, % 30 organik maddeler ise esnekliği sağlar. Canlı kemik hücrelerine osteosit ve bu hücreler tarafından salgılanan organik ara maddeye osein denir. Bu iki yapı kemik dokusunu meydana getirir. Kemikler yapıları yönüyle iki kısma ayrılır.
a. Sıkı Kemik Dokusu : İskeleti oluşturan bütün kemiklerin dış yüzeyi ile uzun kemiklerin gövdesi, sıkı kemik dokusundan meydana gelir. Bu doku iç içe daireler halinde sıralanmış lamelli yapıdadır.
Lamellerin ortasında kan damarları ve sinirlerin geçtiği Havers kanalı bulunur. Havers kanalındaki kan damarlarından kemik hücrelerine besin ve oksijen iletilirken artık maddeler aynı yoldan geri alınır.
Havers kanallarını birbirine bağlayan yan kanallara da Volkman kanalları denir. Ortasında havers kanalı, etrafında halkasal kemik hücreleriyle aralarını boşluk bırakmadan doldurmuş ara maddeden yapılmış lamelli birimlere Havers sistemi denir.
b. Süngerimsi Kemik Dokusu : Kırmızı kemik iliği ve düzensiz boşlukların bulunduğu ince kemik lamellerinden oluşmuştur. Sıkı kemiğe oranla daha yumuşaktır. Uzun kemiklerin baş kısmı ile diğer kemiklerin iç kısmında bulunur.
2. Kemik Çeşitleri
İskeletin yapısında bulunan kemikler üç çeşittir.
a. Uzun Kemikler : Kol ve bacaklarda bulunur. Uzun kemiği dıştan saran kemik zarı (periyost) kemiğin enine büyümesini, onarılmasını ve beslenmesini sağlar. Ayrıca periyost kemiğin sertleşmesine de katkıda bulunur.
Uzun kemiğin başı ile gövdesi arasında bulunan kıkırdak tabakası, kemiğin boyuna büyümesini sağlar. Uzun kemiklerin iç kısmındaki kanalda akyuvarların oluşumunu sağlayan sarı kemik iliği bulunur. Kemik başlarını iç kısmı, sünger gibi düzensiz gözenekli bir yapıdadır. Gözeneklerin içinde kırmızı ilik bulunur. Kırmızı kemik iliği, kan hücrelerinin üretildiği iliktir.
b. Kısa Kemikler : Omurgada, el ve ayak bileklerinde bulunur. Sarı ilik kanalı bulunmaz. Yaklaşık olarak eni boyu ve kalınlığı eşit olan kemiklerdir.
c. Yassı Kemikler : Göğüs, kafatası, kürek ve kaburga kemiklerinden ibarettir. Yassı kemiklerde sarı ilik kanalı bulunmaz. Bu tip kemiklerde süngerimsi kemik dokusu sıkı kemik dokusundan fazladır. Eni ve boyu fazla kalınlığı çok az olan kemiklerdir.
Yassı ve kısa kemiklerin süngerimsi dokuları içinde, uzun kemiklerin baş kısmında olduğu gibi alyuvarların yapımını sağlayan kırmızı kemik iliği bulunur.
3. Kemik Oluşumu ve Kontrolü
Kemiklerin sağlıklı olarak büyüyüp gelişebilmesi için, bir yandan yeterli miktarda kemik hücresinin yapılması bir yandan da yeterli ara maddenin oluşması gerekir. Bu olaylar bazı iç ve dış faktörler tarafından düzenlenir. Kemik oluşumunda etkili olan faktörleri teker teker inceleyecek olursak;
a. Hormonlar : Kemiğin sertleşmesi için gerekli olan Ca, P, K minerallerinin kemiğe geçmesi ve bunların kandaki miktarının belirli bir seviyede tutulması gerekir. Özellikle, kalsiyumun kemikten kana, kandan kemiğe geçişi tiroid bezinden salgılanan kalsitonin (tirokalsitonin) hormonu ve paratiroid bezinden salgılanan parathormon ile düzenlenir.
Hipofiz bezinden salgılanan büyüme hormonu (STH) yetersiz olduğunda cücelik, (nanizm) aşırı salgılandığında devlik hali (jigantizm) ortaya çıkar. Timus bezi hormonu embriyonik gelişimde iskeletin oluşumunda etkilidir.
b. Vitaminler : D vitamini kemiklerde Ca ve P birikmesini sağlayarak kemiklerin sertleşmesini sağlar. D vitamini eksikliğinde bağırsaktan kalsiyum ve fosfatın emilmesi azalır.
Sonuçta kemiklerde yumuşama ve eğilme olur. Bu da çocuklarda raşitizm, yetişkinlerde ise osteomalazi denen kemik hastalığını yapar.
c. Mineraller : Kalsiyum, mağnezyum, fosfor kemiklerin yapısında bulunur. Büyüme ve hamilelik sırasında çok miktarda alınması gereklidir.
d. Genetik Faktörler : Kemiğin büyümesi ile son şeklini almasında genetik faktörler de önemlidir.
4. İskelet Sisteminin Görevleri
* Vücudun çatısını oluşturmak.
* Vücuda diklik ve sertlik sağlamak.
* Bazı iç organları dış etkenlerden korumak.
* İç organlara ve kaslara bağlanma yüzeyi sağlamak.
* Eklemlerin yardımıyla vücuda hareketlilik sağlamak.
* Vücudun ihtiyacı olan bazı minarelleri depo etmek.
* Kan yapımında görev almak.
5. İnsan İskeletinin Bölümleri
İnsan iskeleti, baş, gövde ve üyeler iskeleti olmak üzere üç kısımda incelenir.
a. Baş İskeleti : Kafatası, yüz ve çene kemiklerinden oluşur. Genellikle oynamaz eklemlidir.
b. Gövde İskeleti : Göğüs kemiği, kaburga kemikleri, omurgayı oluşturan omurlar, omuz ve kalça kemerlerini oluşturan kemikler, iskeletin gövde bölümünde yer alır. Genelde yarı oynar eklemlidir.
c. Üyeler İskeleti : Üyeler üstte omuz kuşağı ile gövdenin üst kısmına bağlanmış olan üst üyeler (kollar), altta kalça kuşağı ile gövdenin alt kısmına bağlı olan alt üyeler (bacaklar) olmak üzere iki bölümden meydana gelir. Oynar eklemlidir.
6. Eklemler
Kemiklerin bağlanma yerleri olan eklemler üç grupta toplanır.
a. Oynamaz Eklemler :Kafatası, kalça kemiği, leğen kemiği gibi iskeletin hareket etmeyen kısımlarındaki kemiklerde görülür. Eklemleşen kemikler çok sıkı bir şekilde birbirlerine testere dişi gibi girinti ve çıkıntılarla bağlanmışlardır. Eklem kapsülü ve sıvısı yoktur.
b. Yarı Oynar Eklemler :Omurlar arasında ve göğüs kafesinde görülen eklemlerdir. Omurlar arasındaki kıkırdak diskler esneklik sağlanmasında yardımcı olur.
c. Oynar Eklemler : Vücudun hareket işlevini üstlenmiş kemiklerde görülen, tam hareketli eklemler olup kol ve bacak kemiklerinde görülür. Eklemleri oluşturan kemiklerin uçları bağ dokusundan meydana gelmiş ortak bir kapsül ile çevrilidir. Eklem kapsülünün iç yüzeyi ince bir zar ile örtülüdür.
Bu yapı yumurta akına benzeyen bir salgı meydana getirir. Eklem boşluğunda toplanan bu sıvı (= eklem sıvısı) eklem uçlarının kayganlığını sağlar. Eklem kemiklerinin baş kısmında bulunan kıkırdak tabakaları hareket sırasında kemiğin başlarının birbirine değerek aşınmasını önler. Eklem bölgesinde bir kemikten diğerine uzanan bağ dokusundan meydana gelmiş eklem bağı bulunur. Bütün bu yapılar ekleme sağlamlık ve hareket kolaylığı sağlar.
Tarihçe [değiştir]
Ökaryotlar (solda) ve prokaryotesin hücreleri (sağda)
Robert Hooke, mikroskopla incelemekte olduğu şişe mantar parçasının yanyana dizili bitişik bölümlerden oluştuğunu görmüş. Etrafları çevrili ve içleri boş olan yapılarına uygun olarak, bu yapı birimlerine "Hücre ("Cellula") adını vermiş. Bu ismi 1665 yılında yayınladığı kitapta da kullanmıştır [2].
Daha sonra 1671 yılında Grew ve 1672 yılında Malpighi, bitkilerde de aynı yapı birimlerinin olduğunu bulmuşlardır. 19. yüzyılın ortalarında "Hücre Kuramı" ortaya atılmıştır. Günümüze dek geliştirilen hücre kuramı (hücrelerin yapısını, özelliklerini, oluşumlarını vb. tanımlayan kuram) biyolojiye büyük ilerlemeler sağlamıştır.
Yapısı [değiştir]
Ökaryotik bir hücrenin yapısı: 1)Çekirdekçik 2) Çekirdek 3)Ribozom 4)Vezikül 5)Granüllü (Tanecikli)Endoplazmik Retikulum 6)Golgi Aygıtı 7)Sitoiskelet 8)Granülsüz (Düz)Endoplazmik Retikulum 9)Mitokondriler 10)Koful 11)Sitoplazma 12)Lizozom 13)Sentriyoller (Sentrozom)
Atomların molekülleri, moleküllerin makromolekülleri, makromoleküllerin makromoleküler kompleksleri oluşturmasıyla, dokuların en küçük yapı taşları olan ve yaşamın tüm özelliklerini sergileyen hücreler oluşmaktadır. Genel olarak tüm hücreler temelde aynı yapıya sahiptirler. Fakat bulundukları dokuya ve dolayısıyla fonksiyonlara bağlı olarak bazı özelleşmeler gösterirler. Bitkisel ve hayvansal her organizma, bu temel yapı taşlarından oluşur.
Hücreler, çoğunlukla bir zar içerisindeki sitoplazma ve çekirdekden meydana gelir ve ancak mikroskop yardımı ile görülebilirler.[1]
Hücre çeşitleri [değiştir]
Prokaryot hücreler [değiştir]
Ana madde: Prokaryot
Bakteriler arkeler ve mavi-yeşil alglerdeki hücre tipleri bu gruba girer. Bunların çekirdek zarı ile çevrili çekirdekleri yoktur. Sitoplazmalarında mitokondri gibi zarlı organeller yoktur. Kalıtım maddesi olan DNA sitoplazma içerisine dağılmış durumdadır. Ribozomları vardır. Bu hücrelerin hayati faaliyetleri sitoplazmada ve hücre zarında gerçekleşir.
Ökaryot hücreler [değiştir]
Ana madde: Ökaryot
Bir yumurta hücresi (oosit)
Ökaryotlar (Lat. Eukaryota), "organel zarı" bulunduran organizmaları, dolayısıyla çekirdek materyali hücrenin sitoplazmasına dağılmamış olduğundan da gerçek çekirdeğe sahip organizmaları kapsayan canlı âlemidir. Karyon Latince'de "çekirdek" anlamını verir -eu ön takısı da "gerçek" demektir.
Kalıtsal materyal, hücre içerisinde belirli bir zarla çevrilmiş çekirdeğin içinde bulunur. Kromozomlar DNA'dan ve proteinden oluşmuş olup, mitozla bölünürler. Ökaryotlar, sitoplazmalarında karmaşık organeller bulundururlar. Ökaryotik hücreler, Prokaryotlara göre çok gelişmişlerdir, hayvanlar, bitkiler, mantarlar ve protistler âlemlerini kapsar.
Hücre zarı [değiştir]
Ana madde: Hücre zarı
Hücre zarının Yapısı
"Plazma zarı" da denir. Hücreyi dış ortamdan ayıran, seçici geçirgen canlı yapıdır. Hücreyi çevreleyen birim zar ortalama olarak 75 Angström (75x10-7 mm) kalınlığındadır. Birim zar içte ve dışta birer protein tabakası ile ortada bir lipid katından yapılmıştır. Elektron mikroskobu çalışmaları, zarların lipoproteinlerden yapılmış mozaik şeklindeki fonksiyonel birimler olarak incelenmesinin daha uygun olacağını göstermektedir. Hücre zarı hücreye şekil vermekle kalmaz, besin maddelerinin ve artık maddelerin hücreye giriş çıkışını da ayarlar. Zar aynı zamanda hücrenin koruyucusudur.
İlk bilimsel model 1935 yılında Danielli ve Dawson tarafından ortaya atılmıştır. Bu model uzunca bir süre benimsendi ancak bu model hücre zarının işleyişini açıklayamadı. 1972 yılında Singer ve Nicolson'ın akıcı-mozaik zar modeli ortaya kondu. Bu modele göre zarın yapısında %65 protein, %33 lipit, %2 karbonhidrat bulunmaktaydı.
Hücre zarı, gözenekli ve yarı geçirgen yapıya sahiptir. Esas yapı taşları lipid ve proteinlerdir. Her hücrenin protein, yağ ve karbonhidrat oranları birbirlerinden farklı olduğu için her hücre zarı, o hücreye özgüdür. Hücreye gelen bütün kimyasal maddeler ve elektriksel iletiler hücre zarı ile alınır.Hücre zarının yapısında protein, yağ ve karbonhidrat bulunur. Hücre zarının görevleri;
Sitoplazmayı çevreleyerek hücreye şekil verir ve dağılmasını engeller.
Madde alış verişini düzenler.
Ozmatik dengenin düzenlenmesinde görev alır.
Salgı görevi vardır.
Enzimleri taşıyıcı görevi vardır.
Uyarı iletimi yapar.
Hücrelerin birbirlerini tanımalarını sağlar.
Sitoplazma [değiştir]
Ana madde: Sitoplazma
Mikroskopla bakıldığında hücrenin yapısı, keratin (kırmızı) ve DNA (yeşil)
Hücre zarı ile çekirdek zarı arasında kalan hücre bölümünü kaplayan, homojen nitelikte, kolloidal ve devamlı değişim halinde bulunan bir eriyiktir. Sitoplazma inorganik maddeler (çeşitli iyonlar metal tuzları, asit ve bazlar), organik maddeler, (protein, yağ, karbonhidrat, nükleik asitler, hormonlar) ve % 60-95 arasında değişen sudan ibarettir. Sitoplazmanın içerisinde çeşitli canlı yapılar (organeller) ve cansız yapılar (inklüzyon cisimcikleri) bulunur. Canlı hücre maddesine “protoplazma” denir. Protoplazma, yapı bakımından sitoplazma ve çekirdekten oluşur.
Büyük oranda sudan ibaret olduğu halde ne sıvı ne de katı özellik gösterir yani kolloidal yapıdadır. Sitoplazma çözünmüş ve dağılmış tanecikler içerir. Bu çözünen taneciklerin miktarı hücre türüne göre değişiklik gösterir. İçinde bulunan genel organeller şunlardır:
endoplazmik retikulum
mitokondri
lizozom
ribozom
golgi aygıtı
plastitler
kloroplast
koful
Çekirdek [değiştir]
Ana madde: Hücre çekirdeği
Hücre çekirdeği yani Nükleus, tanecikli ve lifli bir yapıya sahiptir. Hücreyi yönetir. Çekirdek zarı, nükleoplazma, kromozom ve çekirdekçikten oluşmaktadır. Çekirdek zarı iki tabaka halinde ve çok gözenekli bir yapıya sahiptir. Nükleoplazma ise çekirdeğin özü olup özellikle protein ve tuzlar içerir. İşlevi hücrenin yaşamını sürdürmek ve çalışmasını düzenlemektir. Çekirdek ölecek olursa, hücre de ölür. Çekirdek ayrıca hücre ana maddesi içindeki birçok küçük organelin birbirleriyle uyumlu olarak çalışmasını sağlar. Çekirdeğin hücre bölünmesinde rolü vardır.Rolü görevi hücre bölmesi olduğu için çekirdek çok önemlidir...
Organeller [değiştir]
Vücut için organ ne ise hücre için de organel odur. Organelle sözcüğünden dilimize girmiştir. "-elle" son eki küçültme eki olup Türkçedeki "-cık" ekinin karşılığıdır. Türkçedeki tam karşılığıyla organcık(küçük organ)
Özellikle karmaşık yapıdaki ökaryot hücrelerde birçok organel çeşidi bulunur. Organeller mikroskobun bulunuşundan sonra gözlemlenmeye ve tanımlanmaya başlanmıştır. Bazı hücrebilimcilerin savlarına göre birçok büyük organelin endosimbiyoz bakterisinden köklendiği öne sürülür.
Mitokondri [değiştir]
Ana madde: Mitokondri
2-3 mikron uzunluğunda 0,5 mikron çapında elektron mikroskobuyla kolayca görülebilen elips biçiminde parçalardır. Sosis veya çomak biçimindedir. Mitokondrinin yapısında 2 zar bulunur. Hücrenin enerji meydana getirici üniteleridir. Hücre solunumunun sitrik asit devri (Krebs döngüsü) burada gerçekleşir. Organik moleküllerden kimyasal bağların kopmasıyla açığa çıkan enerji burada ATP şekline çevrilir.
Lizozomlar [değiştir]
Ana madde: Lizozom
Hücrede makromoleküllerin ve maddelerin lizozomal yıkılması yaşam için önemli bir prosestir; sfingomiyelin ve karbonhidrat içeren bazı sfingolipidler hücrede az miktarda bulundukları halde bunları yıkan lizozomal enzimler kalıtsal olarak eksik olursa hücrede birikirler ve lizozomal depo hastalıkları denen çeşitli hastalık tabloları ortaya çıkar. Birçok genetik hastalıkta lizozomal enzimlerin yokluğu gösterilmiştir; etkilenmiş hücrelerde sindirilemeyen materyal hücrenin genişlemesine ve normal hücresel işlevlerin bozulmasına neden olur.
Golgi cisimciği [değiştir]
Ana madde: Golgi aygıtı
Golgi cisimciği, aygıtı ya da kompleksi, zarımsı tüp ve keseciklerin biraraya gelmesiyle meydana gelir. Genellikle çekirdeğe yakındır. Bilhassa aktif salgı yapan bez hücrelerinde göze çarpar. Asıl görevinin, hücrenin salgıladığı proteinleri depolamak olduğuna inanılmaktadır. Paketleme ve salgı görevi yapar. Salgı bezlerinin hücrelerinde sayıları daha fazladır. Örnegin; ter bezlerinden ter, bunlar gibi örnekler. Golgi aygıtı büyük çalışmalar sonucu bulunmuştur. Açığa çıkan enerji burada ATP şekline çevrilir. Enerji üretir oksijenli solunum yapar. Enerji üretmekte kullanılır. Hücre dışında salgı yapar.
Endoplazmik retikulum [değiştir]
Ana madde: Endoplazmik retikulum
Sitoplazmada besin dolaşımını, yağ ve hormon sentezini sağlayan, hücre zarı ve çekirdek zarı arasında yer almış bir sıra karışık kanallar sistemidir. Üzerinde ribozom bulunmayanlarına "taneciksiz(granülsüz) endoplazmik retikulum" denir ki, burası steroid hormon salgılayan hücrelerde steroid yapımının, diğer hücrelerde ise zehirsizleştirme olayının gerçekleştiği yerdir.Granüllü E.R üzerinde küçük tanecikli ribozomlar bulunduğu için protein sentezi,granülsüz E.R ise yağ sentezi yapar.Ayrıca besin depo etmez
Koful (Vakuol) [değiştir]
Ana madde: Koful
Kofullar, içleri kendilerine has bir özsu ile dolu yapılar olup bitki hücrelerinde hayvan hücrelerinden daha fazla bulunur. Genç hücrelerde küçük, yaşlı hücrelerde ise tek tek ve büyüktür. Kofullar plazmoliz ve deplazmoliz olaylarında rol oynarlar. Bir hücreli hayvanlarda, besinlerin sindirildiği besin kofulları ile fazla su ve zararlı maddelerin atıldığı, boşaltım kofullarının hücre canlılığını koruma da önemli rolleri vardır.
Ribozom [değiştir]
Ana madde: Ribozom
Ribozomlar hücre içi protein sentezler. hücre içindeki en küçük organeldir. Hücrenin demirbaş organelidir çünkü hem prokaryot hücrede hem de ökaryot hücrede bulunur.
Dünyanın ilk arabası 1886 Benz
Dünyanın günümüzdeki anlamıyla ilk motorlu arabasını merak ettiniz mi? Fazla merakta bırakmadan hemen soyleyeyim. Karl Benz 1886 yılında asagida bir diyagramini, fotosunu ve sonra youtube videosunu gorebileceginiz (ehhh youtube yasagindan dolayi rtunnel.com proxy kullanmaniz lazim. Gordugunuz gibi bu yasak boyle iyi bilimsel videolarin da yayinini engelliyor maalesef) Benz Motor Car patentini almis. Daha sonra Benz diger bir otomobil oncusu Gottlieb Daimler ile birleserek Daimler-Benz'i ve sonra da Mercedes-Benz'i kurmustur.
Atom'un Tarihçesi
Insanoglu en eski çaglardan itibaren maddenin menseini ve mahiyetini izah etmeye çalismistir. Eskilerde kâinattaki her seyin bir tek ana maddeden (prensipten) geldigi fikri vardi. Bu sebeple eskilerin ve bu arada bilhassa eski Yunan filozoflarinin baslica çalismalarini kâinatin sonsuz karisikligini az sayida ana maddeye irca etmek teskil eder. Eski Yunan ve Avrupa felsefesinin babasi olup Yunan Ege Okulunun kurucusu olan Milet'li THALES (M.Ö. 640-546), her seyin sudan geldigini farzediyordu. Süphesiz Thales'e göre mevcut olan sey, sis, su ve toprak sekillerini alabilmelidir. Thales ana madde olarak suyu almakla, akicilik özelliginde kâinatin esas vasfini düsünmüs ve bu vasfin mütemadi sekilde degismesiyle de maddenin gaz, likid ve solid gibi üç ayri fiziksel halinin meydana gelebilecegini ifade etmek istemistir. Milet Okulundan ve Thales'in talebesi ANAXIMANDROS'a göre her seyin mensei olan ana madde müsahhas bir sey olarak düsünülmemelidir; onun bir tek vasfi vardir ki o da sonsuz ve sinirsiz olusudur. Anaximandros'un bu düsüncesi asrimiza kadar fizikte yer almis bulunan uydurma "esîr" mefhumunun ilk tezahürüdür. Anaximandros'un memleketlisi ve talebesi ANAXIMENES (M.Ö. 585-525 tahminen) için bu ana madde hava, Ege Okulundan Efesli HERACLITUS (M.Ö. 490-430) için ise atestir. Sonradan bir tek ana madde ile bir çok seyin imkansizligi karsisinda bu tek prensip yerine dualist sistem ikame edilmistir. Bu sisteme göre, her sey iyilikle kötülük, sevgi ile nefret gibi birbirine zit iki prensibin karsilikli birlesmesiyle meydana gelir. Süphesiz bu da yeter olmayinca Sicilyali EMPEDOCLES (M.Ö. 490-430) Ege Okulunun tek ana maddesi yerine dört madde düsünür: toprak, su, hava, ates ve bunlarin yaninda iki semevî kuvvet olan sevgi ve nefret her seyin temelini teskil eder. Sevgi unsurlari birlestirir; nefret ise bunlari birbirinden ayirir. Ileride görülecegi gibi, Empedocles'in bu fikirleri Aristo tarafindan da benimsenmis ve hakikattan uzak olmakla beraber Ortaçagda mühim rol oynamistir.
Mensei bu sekilde tasavvur edilen maddenin tanecikli bir yapida oldugu fikri ise en eski bilgilerimizdendir. Filhakika Milâttan önce 1100 yilinda Sayda filozoflarinin, maddenin bölünemez gayet küçük parçaciklardan kurulmus olduklarini düsündükleri hakkinda isaretler vardir. Yine Milâttan 500 yil önce Hintli filozof KANADA, maddenin her yönde daimî surette harekette bulunan pek küçük taneciklerden kuruldugunu ve bunlarin basit oldugunu, zira maddenin sonsuz bir sekilde bölünemiyecegini ortaya atmistir.
Yunan atom teorisi Miletli LEUCIPPUS (M.Ö. 430 tahminen) ve bilhassa talebesi DEMOCRITUS (M.Ö. 470-400 tahminen) tarafindan kurulmus, Sisamli EPICURUS (M.Ö. 306) ve antikitenin en dikkate deger materyalist sistemiyle De Natura Rerum'un (esyanin mahiyeti hakkinda) müellifi Lâtin sair ve fizikçisi LUCRETIUS (M.Ö. 90-95) tarafindan devam ettirilmistir. Bunlara göre madde ancak bir merhaleye kadar bölünebilir. Artik bölünmesi mümkün olmayan son bölünme kismina da Epikurus, Yunancada bölünemez anlamina gelen Atomos'dan Atom adini vermistir. Atomlar sert ve doludurlar. Bir cisim bunlarin birlesmesi ile vücut bulur, ayrilmasa ile de mahvolur. Atomlar hareketlidirler ve çarpismalari neticesinde isi meydana gelir. Atomlarin birbirleriyle birlesme tarzindan cisimlerin gaz, likid ve solid halleri meydana gelir.
Atom bombası
Atom Bombası Little Boy
Nagasaki'ye atılan atom bombası, 1945
Atom bombası, patlamanın kontrolsüz çekirdek tepkimesi yoluyla sağlandığı bir bomba modelidir. Çekirdek tepkimesi zincirleme ve çok hızlı gerçekleştiğinden ortaya devasa boyutta bir enerji açığa çıkar ve bu da patlama ile beraberinde şok dalgası ortaya çıkarır.
İçeriği [değiştir]
Fizyon tipi çekirdek tepkimesine dayalı atom bombalarında yüksek zenginlikte (saflıkta) Uranyum (235U) veya Plütonyum (239Pu) kullanılır. Günümüzde üretilen bombalar daha çok plütonyum içeriklidir. Bu yüksek zenginlikte malzeme, zenginleştirme tesislerinden ya da nükleer reaktörlerden elde edilmektedir.
Zincirleme çekirdek tepkimesinin gerçekleşmesi için, ortamın kritik adı verilen seviyede ya da üstünde olması gerekmektedir. Bunun için de belli miktardaki kütlenin belli bir hacimde olması gereklidir. Bu gereken en az kütleye kritik kütle, hacime de kritik hacim denir. Atom bombalarına kritik kütle sağlanacak miktarda malzeme konur fakat bu malzeme öyle bir dağınık yerleştirilir ki, kritik hacim şartı sağlanamaz ve bu sayede bomba beklerken ya da taşınırken tamamen güvenli bir şekilde durur.
Atom bombasında patlamanın gerçekleşmesi için nükleer malzeme dışında iki ayrı önemli bölüm daha vardır. Bunlardan biri tetiklemeyi yapacak olan fünye diyebileceğimiz parçadır. Genelde dinamit kullanılır. Bombanın patlaması için bu az miktardaki dinamit ilk olarak patlar ve patlamanın etkisi ile dağınık nükleer malzeme bir araya gelerek kritik hacme ulaşır. İkincisi ise nötron kaynağıdır. Artık kritik kütlede ve hacimde olan malzemede zincirleme çekirdek tepkimesini bu nötron kaynağından çıkan nötronlar başlatır ve bundan sonrası kontrolsüz bir biçimde devam eder ve patlama gerçekleşir. 1945 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nin attığı bombalar Japonya'ya çok zarar vermiştir. Termonükleer bombanın bulunmasından sonra atom bombası taktik silahı olmuştur. Nükleer silahların üretimine başlanmasına neden olmuştur. İlk olarak Nazi Almanyasına atılacaktı. Ama savaşta Almanya yenilince Japonya'ya atıldı.
İlk deneyler kamuoyunda gizli bir şekilde yapılmıştır. Bu deneyler 1940'larda Klimorton'da gerçekleşmiştir. Deneylerin yapıldığı bölgeye yakın yerlerdeki kasabalarda daha sonraki yıllarda engelli doğum oranları aşırı bir şekilde artmıştır. Dahası deneylerde yer alan askerlerin ilerde kanser oldukları konusunda bilimsel bir çok tıbbi bilgi uzun seneler kamuoyundan saklanmıştır [kaynak belirtilmeli].
II. Dünya Savaşı sırasında, Manhattan Projesi adıyla, ilk çalışmalar başladı. 1942 yılında ABD'nin New Mexico eyaletindeki Los Alamos bölgesinde gizlice bir grup ünlü bilim adamı toplandı. Robert J. Oppenheimer öncülüğünde 3 yıl çalıştıktan sonra ilk bombayı yapmayı başardılar. Aynı esnada Tennessee eyaletinin Oak Ridge kasabasında gizli bir üs daha kuruldu. Burada da patlayacak zengin malzemenin üretimi çalışmaları başladı.
6 Ağustos 1945 sabahı ilk atom bombası Enola Gay isimli bir bombardıman uçağı ile Hiroşima’ya atıldı. 3 gün sonra 9 Ağustos'ta Nagasaki'ye atıldı
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
